Bunu ben de düşünemk istiyorum, ama daha geçenlerde atom bombası gibi patlamıştım da bana herkes sordu, "aaa, sen Türklerden nefret mi ediyorsun?!" Ben de "Hayır işte, sevdiğim için böyle mide kanseri oluyorum! Nefret etsem, bu yoldan batacaklarından rahat ederdim" diye yanıt verdim
Bizde bir problem var, tam olarak o problemin ne olduğunu anlayamadım. Belki de geniş kapsamlı bir problem, ama yolsuzluk mu diyeyim, aptallık mı ... dedem mühendis ve mimardı, Türkiye tren istasyonlarının ve karayollarının bir kısmı ondan (ama hangileri, onu bir bilsem
) 1929/30 cıvarında başladı, o zamanlar elle sayılacak bu şekilde beyin vardı, ama hepsi bir hareket havasındaydılar. İleri! Ya şimdi? Daha 1950 ile mukaisede sanki 1990 gerilemiş gibi. 2000 devri yeni bir kalkınma yolu gösterir gibi geliyor bana. Bir şeyler oluyor, ama yine, orada burada, akıl almaz, pardon, Alman kafa akıl almaz diyeyim, "şeyler" oluyor. Metro yapılıyor. Gidiyor adam, sondaj yapiim diye, osururcasına tüneli deliyor. Ulan bu ne? Böyle bir zihniyete mi ben surları, Sultanahmet'i veya patrikhaneyi bırakayım? Ya Tanrı! Kadastro nedir? Plân nedir? Kalite teminatı nedir? İleri görüş nedir? Şuur nedir? Çevre, kültür, insan, sistem, kalite ... tüm bunların sevgisi nedir? Beğeni nedir? Tarihe ve kendine güven nedir? Ya, Türkiye'deki okullar (bence) Almanya'dakilerinden çok daha üstün, yanılıyor muyum? Adamakıllı bir sistem var (evet, hafif tutucuyum bu konuda). Üniversiteler var ki ne var. Endonezya, Malezya, Hindistan, Çin (Çongçingliler falan) ve Japonya ile mukaise efem?
Bunlar beni HASTA ediyor! Biri Haliç'te ilk denizaltını batırmış, burada sansürlenecek kelimesine göre, oramda! Bugün neredeyiz? Onu bilmek isterim? Konumuz, kimin kafası ve kıçı açık veya kapalı, konumuz, kim kimin düşmanı veya dostu, konumuz çay simit. Dünya Mars'ta, biz daha Haliç'in altında değiliz be! Bak, gözlerim yaşardı HA!
Kendime güvencimin olmamasından ben UNESCO gibi bir şeye heh işte demiyorum; bizim yetenekleri batıran kişilerin kıçına tekme olsun diye, neredeyse ellerini öpeceğim de, gelip, her yere izodokuzbinbilmemne sertifikası yapıştırsınlar. Ben bunu istiyorum. Pencereme bayrak asmıyorum, kalbim bayrak.
Pardon, biraz patladım, ama belki şimdi hakikaten anlamışındır.
Berlin'imi çok severim. Bir "Alman" olarak, yaptığımız ve becerdiğimiz bir çok şeyle gurur duyuyorum. Batırdığımız bir çok şey de dehşete bürüyor beni. Almanya bugün sürünüyor. Üstün bir kültür, kafayı kaçırıp, yerin dibine ve altına vuruldu. Yine dirildi, bu sefer beli kırılmış köpek gibi yine kendisini bulamadı. A decade of rise and fall diyelim.
Bir "Türk" olarak, bırak koca tarihimizi, son yüz yılda yapılanlarla, bilhassa seksen yıl evvel doğan şeylerle gurur duymak değil, özdeşleşiyorum hissen. Ama hâl ne? Kültürel durum ne? İnsanlar ne durumda? Altyapıdan ne haber? ... !
Bir "Dünya Vatandaşı" olarak da, işte bu kutupları birleştirerek, UNESCO gibi, günlük hayatımda beni aslında hiç ilgilendirmeyen, ama mânâsını anlamış olduğum (sandığım), sistemlere evet diyorum. Dünya bizim. Biz derken herkesi kastediyorum. Sınırsız, kaliteli ve ilerigörüşlü bir hayat nedir, biraz biliyorum. Burada sınırlar kalktı. Birileri "para için" der. Desinler, beni ilgilendirmez, tramvaylar ulus sınırlarını aşıyor. Ben HALİÇ'i aşmak istiyorum! Patrikhaneye büyük saygı göstererek de, Topkapı Sarayı'na da büyük saygı göstererek. Beni, İstanbul'in bir zamanlar Bizans, bir zamanlar Konstantinopolis olması rahatsız etmiyor, gurur duyuyorum. Şehrimiz, gel, sev, veya git. Türk ol, Yunan ol, Rum ol, Kürt ol, Ermeni ol, Alaman ol ... ama İstanbullu ol. Ve lûtfen herşeyi say, yanısıra da, böyle bir şehire yakışacak bir toplu taşım sistemi becer.
Hadi, konuyu patlattık, metrobüs falandı, ama bunları söylemek gerekti. Yoksa belki biraz yanlış anlaşıyorum gibi bir durum doğabilir; umrumda değilmiş, sistemler kıyasında kalmış gibi görünmek istemiyorum.
B. Alabay